Turdaki son günümüz, rehber eşliğinde önce sabah Marken Volendam ve öğleden sonra Büyük Hollanda turu. Turda 20 kişiden az katılım vardı, yaklaşık yarısı gelmemişti yani. İki turun aynı güne sıkışmasından memnun değilim aslında ama yine de gidiyoruz. Sabah 7:30’da otelin müthiş kahvaltısından yapmış olarak yola çıkıyoruz. Hava henüz aydınlanmamış durumda. İlk durağımız Marken kasabası. Önce kuzeye doğru yol alıyoruz. 8:30’da Marken kasabasına varıyoruz. Çok küçük, sakin bir kasaba. Eski kraliçenin adı olan Beatrix köprüsünden kasabaya giriş yapıyoruz. Bu insanlar ülkelerini ve kral/kraliçelerini çok seviyorlar.
Saat 9:00’a kadar Marken kasabasını gezdik. Burada Lüksemburg’dakine benzer bir sükunet var. Evler müthiş zevkli döşenmiş, içi dışı harika dizayn edilmiş ama bölgede yapacak bir şey yok. Rehberin dediğine göre hayatında gördüğü en iyi emekliler kasabasıymış. Evler su baskınlarından ötürü ikinci kata yapılmış, ilk katlar da tuğla ile kapatılıp depo olarak kullanılıyormuş. En son 1950’lerde büyük bir su baskını olmuş, daha sonra dünyada eşi olmayan bir mühendislik ile setler kurup bu baskınların önüne geçiyorlar. Hollanda nüfusunun %60’ı su seviyesinin altında yaşıyor. Biz de Marken kasabasına giderken bir ara su seviyesinin altına iniyoruz. Deniz seviyesinin altında yer aldığınızı bilmek ürkütücü bir düşünce.
Bu şirin kasabada oldukça gürültülü bir şekilde tur atıp fotoğraf çektikten sonra Volendam’a doğru yola çıktık. Yolda 2 durağımız var. Önce 9:20’de Hollanda’nın meşhur peynirlerinin yapıldığı peynir fabrikasında durup, yerel kıyafetlerini giymiş bir Hollanda kadınından peyniri nasıl yaptıklarıyla ilgili sunum izledik. Kadın o kadar ilginç geldi ki bize, herkes fotoğraf çektirdi. Ben peynir seven bir insan olmama rağmen bu peynir işinin fazla abartıldığını düşünmüştüm. Kadın sunumunda inekleri nasıl beslediklerinden, peniri nasıl yaptıklarından, ne kadar beklettiklerinden ve ne tür çeşitleri olduğundan bahsetti. Buna göre mesela peynir yapımında kullandıkları sütün yalnızca %20’si peynire dönüşüyormuş. %80’ini ayırıp başka işlerde kullanıyorlarmış. Onun dışında yanlış hatırlamıyorsam 3-8 ay beklemiş kaşar peynire taze kaşar, 8-12 ay beklemiş peynire orta sertlikte kaşar ve 12-36 ay arası beklemiş peynire de eski kaşar diyorlarmış. Ne kadar çok beklerse o kadar değerli tabi. Siz örneğin taze kaşar alıp, 1 sene bekletip onu eski kaşar haline getirip yiyebilirsiniz. Bunun özel bir tarafı yok.
Sunumdan sonra peynirlerin satıldığı dükkana girdiğimizde ise onlarca çeşit Hollanda peyniri ve her birinin yanında bir tabak küp küp kesilmiş tadımlık peynirler vardı. Bu sevindirici bir gelişme. O zaman işte Hollanda peynirinin ne olduğunu anladım. Otelin kahvaltısında yediğim peynirlerin ise sıradan peynirler olduğunu fark ettim çünkü orada yediğim peynirler muhteşemdi. Soslu, biberli, baharatlı, keçi sütünden, inek sütünden, koyun sütünden, acılı vs. dediğim gibi onlarca peynir bulmak mümkün. İnsan hangisinden alması gerektiğine şaşırıyor. Yanlış hatırlamıyorsam peynirleri 280 gr’lık tekerlek şeklindeki kalıplarda satıyorlar, fiyatları 10€ idi. Tabi değişiyor keçi sütü olmasıyla ya da boyutuyla ya da eski kaşar olmasıyla alakalı fiyat artabiliyor. En standardı buydu. 5’li paketler yapmışlar, 1 tane keçi sütünden, 4 tane inek sütünden ve bir tane eski bir tane yeni şeklinde 5’li 280 gr’lık paketler yapmışlar 40€’ya satılıyordu. Ben sanırım buradaki tüm peynirlerden tattım. Üstelik tabaklar bittikçe yenilerini getirdiler, bu konuda çok cömertler. Çoğu kişi paket paket peynir aldı. Fiyatları uygun muydu bilmiyorum ama tadları enfesti. Hollanda’ya giden bu peynirlerden mutlaka tatsın.
Daha sonra hemen yanında bulunan şu meşhur Hollanda ayakkabası, Clog diyorlar. Kesin görmüşsünüzdür, ahşap, takunya benzeri ayakkabıları. Genç bir eleman yaptı bu sefer sunumu. 3 çeşit oluyormuş bu ayakkabılar. Biri tarlada kullanmak için, deforme olmuyor, su geçirmiyor, geniş tabanlı batmıyor filan. Toprakta ideal sanırım ama sert yüzeylerde yürümek zor. Diğerini hatırlamıyorum ama sonuncu tipi de iyice boyayıp şekil bir şey yapıp, sevdiğin kızın kapısına koyuyormuşsun. Eğer ayakkabıyı sevdiğin kız giyerse ok, babası giyerse kaçman gerektiğini anlamına geliyormuş. Evlenme teklifini sevdiği kızın kapısına bu ayakkabılardan koyarak yapıyorlarmış yani. Eleman böyle anlattı en azından. Neyse eskiden bu ayakkabılar el yapımı ve her biri 4 saat sürüyormuş. O tekniği de gösterdi nasıl yaptıklarını. Şimdi makinelerle işleri hayli kolaylaşmış, anahtar basma makinesi gibi bir makine var, bir tarafına ayakkabı kalıbını koyuyorlar, diğer tarafına kütüğü koyuyorlar, kalıp ve kütük aynı anda dönüyor. 2 dk’da ayakkabı ortaya çıkıyor. Ahşap henüz ıslak olduğu için bunu 2 hafta kurumaya bırakıyorlarmış, sonra da boyayıp satıyorlar. Peynirin aksine bu hiç ilgimi çekmedi, süs duvara asmalık dışında alan da görmedim.
Bu iki atraksiyondan 10:15’de ayrıldık ve az ilerdeki aktif çalışan değirmenlerden birinin yanına gidip fotoğraf çektik. Bu rüzgar değirmenlerinin amacı suyu dengelemekmiş. Nasıl çalıştıklarını çözemedim ama sanırım su taşma ihtimali olduğunda bunlar rüzgardan aldıkları enerji ile suyu daha yüksek bir yere basıp fazlalık suyu istedikleri yere yönlendirip su baskınlarını engelliyorlar. Bildiğimiz anlamda modern rüzgar türbinlerinden çok farklı, klasik, eski ama hala çalışıyor. Oradan ayrılıp esas durağımız olan Volendam’a gitmeye başladık.
10:30’da Volendam’da idik. Volendam, Marken kasabasının az daha büyüğü ve hareketlisi. İlk önce kasabayı gezmeden bir mağazaya girip 7 dk’lık Türkçe bir sunum izledik. Sunumda Hollanda’nın su ile olan savaşını ve Hollanda kültürünü anlatıyordu. Hollanda’nın su baskınlarına karşı yaptığı mühendislikten bir kuple bilgi edindik. Daha sonra mağazaya girip alışveriş yaptık. Epey anlamsız, alakasız şeyler oluyordu ama kimsenin şikayeti yoktu çünkü mağaza hayli ucuzdu. Burada çok ucuza çantalar, peynir kesme bıçakları (3€) ve hediyelik porselen eşyalar bulmanız mümkün. Mağazanın lavabosu da var ücretsiz. 12:30’a kadar vaktimiz vardı, mağazadan çıkıp Volendam’ı gezdik. Buradaki evler de çok güzel. İskele, sahil bölümüne gidip biraz dinlenelim dedik. 2 yönlü bank koymuşlar, bazı banklar denize bazıları şehre bakıyor. Hangi manzara daha iyi karar veremedik. Öyle tatlı bir ortamdı. Yan yana dizilmiş rengarenk ve benzer mimarili evler çok güzel duruyor. Orası çok huzurlu bir noktaydı. Yine de Volendam kasabası, Marken kadar abartı bir sessizliğe sahip değildi. Bir sürü restoran, mağaza var, en güzeli de yerel Hollanda kıyafetleri içinde hatıra fotoğrafları çektirebileceğiniz stüdyolardı. Vitrinlerine örnek fotoğraflar koymuşlar bazıları inanılmaz komikti. 12:30’da günün ilk yarısını bitirmiş olduk. İkinci yarısında Hollanda’nın güneyine inip, Büyük Hollanda turunu gerçekleştireceğiz.
İlk durağımız Den Haag, bize göre Lahey kenti. Burası Hollanda’nın yönetim yeri. Yani Hollanda’nın başkenti Amsterdam ama tüm yönetim birimleri burada, kraliyet sarayı, başbakanlık ofisi filan hep burada. Dolayısıyla burası daha bir modern, yeni binaların olduğu bir bölge. Otobüs ile panoramik şehir turunu yaptıktan sonra direk Panorama Mesdag müzesine gittik. Bu gün herkesi en çok heyecanlandıran ve rehberin de bayılacaksınız dediği yer. Müzeye 14:10’da girip 14:40’da çıktık. Zaten büyük bir müze değil. Direk ikinci katına çıkıyorsunuz. Türkçe sunum var, biz geldik diye onu çalıyorlar. İkinci katındaki devasa panoramik resimi gezerken bir yandan da sunumu dinleyebiliyorsunuz.
Şimdi şöyle. Mesdag amca bir tepenin üzerine oturmuş ve yardımcıları ile birlikte çevresinde gördüğü her şeyi 360 derece resmetmiş. Yıl 1800’ler tabi. Orada gördüğümüz bazı yerleri daha sonra 2013 yılında görmek ilginç oldu. O zamanlar dutlukmuş tabi, şimdi binalar yükselmiş topraktan. Resim 14 m yüksekliğinde. Bir ara bozulmuş, restorasyondan geçmiş. Şimdi korumak için baya kasıyorlarmış, havalandırma, nem oranına filan dikkat ediyorlarmış. Normalde fotoğraf çekmek yasak olsa da bol bol çektik kimse de bir şey demedi. Bir de enteresan bir olayı var, binanın üstünü camdan yapmışlar, biz göremiyoruz tabi. Güneş o ara hangi konumda ise resimin orası aydınlanıyor arkasından ve doğal ışık oluşuyor bu da resmin gerçekçiliğini artırıyor. Bir de resmin bittiği yerden gerçek kum havuzu başlıyor yani bunu anlatmam zor da şöyle düşünün, size 15 m uzaklıkta 2 boyutlu bir resim var. Resimin altında sahil boyunca kum var, resmin bittiği yerden de sizin olduğunuz yere kadar gerçek kum koymuşlar. Farkı anlıyorsunuz tabi ama sanki resmin içinde gibi hissediyorsunuz kendinizi. Bir de ikinci kata çıkmadan önceki merdivenli bölüm o kadar loş ve karanlık ki yukarı çıkınca gözleriniz hemen alışamıyor. Bunu da özellikle yapmışlar çünkü göz bebeklerinizi karanlıkta büyütüp, yukarı çıkar çıkmaz gördüğünüz manzaranın gerçekliğni artırmaya çalışmışlar. Böyle de bir ayrıntısı var. Üst katta işimiz bittiğinde tekrar alt kata indik, burada panoramik fotoğraflar var. Panorama fotoğraflarını seven biri olarak alt bölüm, müzenin esas üst bölümünden daha çok ilgimi çekti. Hatta üst bölüm ilgimi çekmedi. Şansınız varsa gidin görün tabi ama sadece burayı görmek için bu geziye katılmayın derim.
Mesdag’dan sonraki durağımız bir başka müze, Madurodam. Bu arada söylemeyi unuttum, iki müzeye de girerken para ödemiyorsunuz, verdiğiniz tur parasının içinde var. Madurodam benzetmek gerekirse bizim İstanbul’daki Miniatürk’e benzer, Hollanda’nın Miniatürk’u diyebiliriz. Yalnız orada farklı bir durum var, daha çok Hollanda’lı çocuklara memleketlerini anlatmak gibi bir misyon edinmişler. Bence yetişkinlere yönelik bir yer olmamış. Daha çok Hollanda’nın kültürel değerlerini kendi evlatlarına düzgün bir şekilde anlatıp bu değerlerin yok olmamasına çabalıyorlarmış gibi geldi bana. Bu bakımdan Miniatürk çok daha eğlenceli bir yer. Madurodam’da ise tüm eserlerin bir mekanizması var. Düğmeye basıyorsunuz tren hareket ediyor, bir yerde Hollanda’nın en büyük hava limanındaki uçakları hareket ettiriyorsunuz, bir yerde Hollanda lalelerini görüyorsunuz, diğer tarafta önemli bir Hollanda köprüsünden geçiyorsunuz filan. Yine önemli binaların minyatürleri filan var tabi. Her şey 1/25 oranında küçültülmüş, rehberin dediğine göre. Burada 1 saat kaldık, burada da çıkışa yakın bir yerde hatıra para bastırabileceğiniz kollu bir makine var.
Geriye kaldı son iki durağımız. Bitmedi, bitmiyor. Bu gün hiç bitmeyecek. Tarih sayfalarında yer alacak nitelikte bir gün yaşıyoruz. Artık günün bitmesini isteyen misafirlerin sayısı artıyor. İnsan gözünün bir günde görebileceğinden fazla yer gördük. Artık gerçeklik algımız kaybolmuş durumda. Gördüğümüz muhteşem şeyleri önemsemiyoruz. Rehber otobüsü durdurup, inip bu muhteşem yapının fotoğrafını çekebilirsiniz dediğinde kimse otobüsten inmek istemiyor. Yorulduk, otele gidip ertesi gün için bavullarımızı hazırlamak istiyoruz.
Ama son iki durağımız var ve bunlar da Rotterdam şehri ve Delft kenti. Normalde açıklamada trafik durumuna göre bu iki şehirden birine gidiliyor denmiş. Rotterdam daha uzakta olduğuna göre, belli ki hemen yakındaki Delft’e gidilip dönülüyor ama rehberimiz azimli. İkisine birden gideceğiz diyor, gidiyoruz. İlk durak daha uzakta olan Rotterdam kenti. Erasmus’un şehri. Onun adına yapılmış ünlü üniversite ve davasa köprü görülmeye değer. Rotterdam Avrupa’nın en büyük liman kentlerinden biri. Burası konteynır cenneti. Ama biz tam da Rotterdam’da iken harika bir gün batımına denk geliyoruz. Güneş o gün gerçekten çok güzel battı. Arkamızda Erasmus köprüsü, önümüzde ufuk çizgisinde kaybolan turuncu güneş. 17:00’da girdiğimiz Rotterdam’dan 17:30’da gün batımı dışında küp evleri çekmek için durduğumuz 2 dk’yı saymazsak otobüs turu yaparak ayrılıyoruz. En azından görmüş olduk. Küp evler (Cube House) de çok ilginç bu arada.
Son durağımız Delft kenti, şansımıza trafik yok. Dönüş yoluna da girmiş bulunuyoruz. 17:40’da Delft kentine giriyoruz. Kentin büyük bir meydanı var. Burası seramiği ile ünlü. El yapımı seramik hediyelikler var, rehber bunlardan almamızı öneriyor. 18:40’a kadar serbest vaktimiz var, kentin zaten gezilecek çok bir yeri yok. Meydandaki yapılar, kilise ve kule ilgi çekici. Aynı zamanda meydanda Delft’in ünlü seramiklerinden de satılan birkaç dükkan var. Önce kentin içlerine ilerleyerek o saatte henüz kapanmamış olan bir süper market bulup 2 lt’lik sulardan aldık. Daha sonra bu şehirin de harika kanallara sahip olduğunu fark edip arka sokaklarında kaybolmayı tercih ettik. Delft sessiz sakin bir kent ama arka tarafları Brugge gibi. Zaman ilerleyince tekrar ana meydanına dönüp açık olan bir mağazaya dalıp porselenlerine baktık. Çok ucuz, arkasında el yapımı olduğu yazan lale şeklinde çok hoş kupa bardaklar 1,5€ idi, hemen aldık tabi. Kasadaki sempatik kadın bardakları hediye paketi yaparken benim de gözüm kasanın üzerindeki iki avuç bozuk paraya takıldı. Baktım bir sürü yabancı para var, hatta aralarında 50 kuruş Türk parası da gördüm. Bir iki tanesini alıp inceledim, para koleksiyonu yapıyorum bu arada. Kadın ne yaptığımı görüp, beğendiysen alabilirsin dedi. Ben de para koleksiyonu yaptığımı, ilginç paraları sevdiğimi söyledim, aa o zaman kesinlikle al dedi ve paraları avuçlayıp önüme döktü. Hangisini alsam karar veremiyorum ki hepsi çok güzel dedim, o zaman beğendiğin tüm paraları al çünkü ben koleksiyon yapmıyorum dedi. Bunları nasıl aldınız dedim, müşterilerim bırakıyor ben istemiyorum dedi. Ben de bokunu çıkartmayayım diye bir tane seçeyim o zaman dedim, 5 tane seç, 5 iyi rakam dedi. Eheh! En değişik, koleksiyonumda yer almayan 5 tane bozuk para seçip, 10 kere filan teşekkür edip ayrıldım dükkandan. Kadının bir de şey demesi var çok komikti. Aa Türk parası var dedim. Eğer Türksen onu alma çünkü sende çok vardır farklı bir şeyler al dedi. Bir ihtimal kadına verdiğim 3€’dan daha fazla maddi değeri olan para almış olabilirim oradan. Benim için çok değerli bir anı oldu. Blue Souvenirs dükkanın adı bu arada.
Neyse şehirin seramiğinden yapılmış mavi kalp heykelinin orada toplanıp otelimize doğru yola çıktık. Dönüş yolu 45 dk sürdü. Belirtmediğim son bir detay kaldı, bu kadar erken saatte otele dönmemizin bir sebebi var. Bir şoförün en fazla araba kullanabileceği süre 12 saat sanırım. Bu yasalarla desteklenmiş. Sabah erkenden yola çıkan şoför akşam belli bir saatten sonra hala direksiyon sallayamıyor. Biz bu hakkı sonuna kadar kullandık her gün. Anlatmayı unuttum ama 5. gün bir bağış mevzusu döndü. Bu tür gezilerde adettendir, şoför ve rehber için para toplanır ama bu gönüllülük esasına dayanır. Bizde iş biraz ciddiye bindi ve şoför için 5€, rehber için 5€ kişi başı 10€ para toplandı. Vermek istemeyenler, daha az vermek isteyenler oldu ama herkesten o para bir şekilde rica minnet alındı. Rehber daha sonra durumu şöyle açıkladı. Kişi başı 5€ şoför için kesin toplanır, rehber için ise tamamen kişisel bir durumdur, ister verirsiniz ister vermezsiniz. Dolayısıyla rehber 37×5€ yu kapalı zarf içinde şoföre teslim etti, geri kalanını da kendine alacağını söyleyip teşekkür etti. İkisi de sonuna kadar hak ettiler bu parayı, sorunsuz bir haftanın baş mimarları idiler. Rehberlik cidden yorucu ve saygı duyulası bir iş.
GERİ DÖNÜŞ
Dönüş uçağımız yerel saate göre 13:30 idi yine Pegasus hava yolları ile. Türkiye saati ile 17:30’da da Sabiha Gökçen hava alanına vardık. Uçağımız 13:45’de yine Düsseldorf hava alanından kalktı. Sabah trafiğe yakalanmamak için çok erken saatte, 7:30’da yola çıktık. 11 gibi hava alanına vardık. Rehberimiz son konuşmasını yaptı, teşekkür etti, şoförümüz de İngilizce birkaç şey söyledi, rehberimiz yanımıza alabileceğimiz ve alamayacağımız şeyleri söyledi. Vergi iadesi ile ilgili bilgi verdi.
Yine 20kg bagaj ve 8 kg el bagajı hakkımız var. Check in kontuarları kalkıştan tam 2 saat önce açılıyor. Vergi iadesi alacak olan ve yanında elektronik bileti olan (acentenizin siz gitmeden önce verdiği a4 kağıt) direk bavulları ile birlikte rehber eşliğinde ilgili yere gittiler. Bu işlemi bavullarınızı vermeden önce yapıyorsunuz çünkü faturada yazan ürünleri görmek istiyorlarmış. Siz de bavulunuzu açıp vergi iadesi alacağınız ürünleri görevliye gösteriyorsunuz. Daha sonra check in sırasına girip uçak biletinizi alıp bavulunuzu veriyorsunuz. Eğer yanınızda elektronik biletiniz yoksa ilk etapta check in sırasına giriyorsunuz, uçak biletinizi alıyorsunuz ama bavullarınızı vermiyorsunuz. Görevliye söylüyorsunuz bu durumu. Daha sonra vergi iadesi sırasına girip işlerinizi hallediyorsunuz ama orada büyük bir sıra varmış, ikinci şekilde yapmaya çalışanlar uçağı kaçırırız korkusu ile vergi iadesini almadan bavullarını verip uçağa bindiler. Vergi iadesi de alacağınız mağazaya göre değişiyor, bazı mağazalar 50€ üzeri, bazıları 70€ üzerinde veriyor. Onu sormanız gerekiyor. Bizim Volendam’da 7dk’lık sunum izlediğimiz mağaza 50€ üzerine tax free veriyor. Size mavi bir zarf veriyorlar. %12 sanırım alacağını miktar.
Uçakta el bagajınıza sıvı materyaller alamıyorsunuz, free shoptan aldıklarınız hariç. Ben yarım litrelik su şişesini giderken de dönerken de geçirdim. Onun dışında peynire gıcıklık yapabiliyorlarmış, rehber daha önce sorunsuz geçirdim ama gümrük memuru bu gıda o yüzden geçiremem diyebilir siz yine de garanti olsun bavulunuza koyun dedi. Çikolatalarda sorun yok. Kesici delici aletleri el bagajınıza koyamıyorsunuz. Düsseldorf’daki kontrol bizim Sabiha Gökçen’den daha yumuşak.
Sonuç olarak keyifli, yorucu bir hafta oldu. Çok fazla yürümedik, genelde otobüsle panoramik şehir turlarını daha çok yaptık. Ekstra turları bana göre zayıf olan bir turdu ama ekstra turların hiçbirine gitmeden de zaman geçirebilme imkanınızın olması iyi bir şeydi. Şimdi biri benden tavsiye istese yukarıda yazdığım gibi sadece Brugge turuna gitmesini tavsiye ederim, Paris’i 2 gün kendi başına ve Amsterdam’ı da son gün yine kendi başına gezmesini tavsiye ederim. Hollanda’nın köylerini görmektense bence Amsterdam’ım müzelerini gezmek çok daha ilgi çekici. Hatta Amsterdam’da ikinci gün bisiklet kiralanıp şehirde bisiklet keyfi bile sürülebilir. Güzel ve ucuz bir tur. Bir hafta boyunca 5 ülke ve çok sayıda şehir geziyorsunuz. Araları da çok açık olmadığı için bir şehirden diğerine birkaç saat içinde gidebiliyorsunuz. Turu tavsiye ederim ama gitmediyseniz önce İtalya turuna gidin derim. Benelüks Paris turu mu İtalya turu mu diye sorarsanız düşünmeden İtalya derim. Yine çok uzun ve sıkıcı bir yazı oldu, sanırım buraya kadar kimse okumayacak ama olur da okur ve hala cevaplanmamış sorularınız olursa sormaktan çekinmeyin.
Bu Tatil Günlüğüne Ait Diğer Yazılar:
Benelüx – Paris Turu 7. Gün (Şu an buradasınız)