İlk gün lüksemburg’tan Paris’e yaptığımız yolculuğun ardından sabah uyanıp kahvaltıya inerek ikinci güne başladık. Tur ile geldiğimiz için Türklere özgü kahvaltı hazırlamışlardı. Lipton poşet çay, peynir zeytin vardı. Bunların yanında kruvasan, Nutella ve kahve de bulunuyordu. İlk gün için gezi planımı daha evdeyken yapmış, haritaları telefona indirmiş ve gidilecek yerler hakkında bilgi sahibi olmuştum. Ayrıca Turkcell’in 75 tl ye yurt dışında 2gb internet paketini almıştık. İnternet ve navigasyon olması nedeniyle içim çok rahattı. Kesinlikle kaybolmayız düşüncesi hakimdi.
Bugün gezecek çok durağımız olduğu için güne erken başladık. 8’de kahvaltımızı yapıp 9’da metro istasyonuna vardık. İlk durağımız Louvre müzesi olacaktı. Bu konuda bir fikir vereceğim. Louvre müzesine “Palais Royal – Musée du Louvre” durağına metro ile gidin. M1 ve M7 hatları gidiyor. Böylece hiç yer yüzüne çıkmadan direk Louvre’nin içine girmiş olacaksınız, metrodan indiğiniz yerden birazcık yürüme yolu var. En sonunda geldiğiniz yer cam piramidin alt tarafı oluyor. Metrodan indiğiniz yerden Louvre müzesine kadar tabelalar var, onları takip ederek kolayca gelebiliyorsunuz. Cam piramidin altında kocaman yuvarlak bir information bölümü var. Oradan İngilizce bir harita alın. Türkçe yok boşuna aramayın.
Otelden çıkarak Rosny Bois Perrier metro istasyonuna giderek bozuk para ile biletlerimizi aldık ve RERE banliyö metrosuna bindik. Banliyö metroları genelde iki katlı olarak hizmet veriyor. Yaklaşık 30 dk lık yolculuktan sonra Haussmann – Saint-Lazare istasyonuna geldik. Burada aktarma yapmanız gerekiyordu. Uygulamaya göre yer yüzüne çıkarak Opera istasyonuna yürümemiz gerekiyordu. Pariste bir metro bileti ile 2 saat boyunca istediğiniz kadar aktarma yapabiliyorsunuz. Buna güvenerek bir çok kez metrolar arası geçiş yaptık.
Nerdeyse ezberlediğimi düşündüğüm ve avucumun içi gibi bildiğimi sandığım Paris metrosunda dakika bir gol bir olmuştu. Onlarca tabela, yanımızdan geçen yüzlerce insan, karmaşık bir yapı. Bir anda sudan çıkmış balık gibi olmuştum. Bir köşede turist bilgilendirme noktası gördüm ve hemen daldık oraya. Louvre müzesine nasıl gidebileceğimi sordum.
Daha önce hiç kimse böyle bir soru sormamış gibi önce yüzüme baktı ardından odaya girerek büyük bir metro haritası çıkardı ve yanına birisini daha çağırarak uzunca bir hesap kitabın ardından gidiş güzergahı belirlediler. O noktada onlara güvenmemem gerektiğini anladım ve söylediklerini neredeyse dinlemedim hiç. Gösterdiği bir turnikeden geçerek yer yüzüne çıkarsam gerisini bulurum diyerek ilerledik fakat yer yüzüne çıkamadık. Türk mantığı ile hep yukarı yönde merdiven çıkarsam yeryüzüne çıkarım dedim ama olmadı. Yer altında istasyonlar arası gezmeye başladık. Bu arada gezerken yön levhalarını kullanmayı da öğrendik. Sortie çıkış demekmiş 🙂 Sortie tabelalarını takip ederek yaklaşık 15 dakika sonunda çıkmayı başardık. Eşim tura katılmamak ile hata edip etmediğimizi içten içe sorguluyordu sanırım.
Neyse yer yüzüne çıkınca tekrar tüm harita kafama oturdu. Uygulamanın söylediği opera istasyonuna giderek metroya bindik ve louvre müzesinin olduğu Palais Royal – Musée du Louvre istasyonunda indik. Louvre müzesinin 3 tane girişi var ve en kalabalık olanı üste üçgen yapının oradaki giriş. Metro ile alttan giriş yaptığımızda hiç sıra ile karşılaşmadık. Güvenlik noktasından geçip sağ tarafta yer alan bilet gişesinden bilet aldık. (Nakit ve kredi kartı ile alma seçeneğiniz bulunuyor. Biz nakit aldık. ) ardından meşhur Louvre müzesine hiç sıra beklemeden girmiş olduk.
Louvre müzesi devasa bir yer. Her bir eseri incelemeye kalksak 6 ay süreceği için bildiğimiz, duyduğumuz eserlere yöneldik. Ayrıca girişte ve belli bölgelerde her kattaki en ünlü eserlerin yer aldığı küçük broşürler yer alıyor. Bunları alıp inceleyebilirsiniz. İlk hedefimiz Mona lisa tablosuydu. Duvarlarda sizi Mona lisa tablosuna yönlendiren tabelalar yer alıyor. İşaretleri takip ederek Mona lisa tablosuna ulaştık. Tahmin edeceğiniz gibi aşırı kalabalıktı. Herkes tablo ile selfie çekmeye çalışıyordu. Biraz beklemenin ve itişmenin ardından en öne ulaştık. 5 dk lık fotoğraf çekiminden sonra kalabalık baskısı ile çok inceleme şansımız olmadan arkalara itildik.
Mona lisa nın karşısındaki duvarı kaplayan tabloyu bir süre incelik. Söylenene göre tabloda yer alan 7 adet köpeği bulmadan tabloyu tam olarak incelemiş sayılmazmışız. Fotoğrafını çekip daha sonrada inceledik fakat 7 köpeği hiç bulamadık 🙂 daha sonra bir diğer ünlü eser olan milo heykelini inceledik. Mona lisa ve milo eserlerinin hikayeleri çok etkileyici. Gitmeden önce hikayelerini okuyup giderseniz daha faydalı olur. Kalabalıkta Louvre içinde gezmeye devam ettik. Bol bol fotoğraf çekip eserleri inceledik. Saat 1 civarı Louvre müzesinden çıktık.
Çıkış için üçgen piramit kapıyı tercih ettik. Dışarıdan üçgen piramitlerin önünde her türlü fotoğrafı çektik. Gezi güzergahımızdaki diğer yer olan Tuileries bahçelerine devam ettik. Bu arada hafif karnımız acıktığı için Paul’dan çikolatalı ekmek aldık. Paul, Fransa’daki en ünlü pastanelerden bir tanesi. Seyyar olarakta bir çok yerde satış yapıyorlar. Çikolatalı kekini çok sevdiğimiz için farklı günlerde de aldık.
Tuileries bahçelerinde yer alan şezlong gibi sandalyelere oturduk. Havada biraz güneş olunca herkes bu parka akın edip yapay göle karşı bu şezlong gibi yatay konumda olan sandalyelere uzanıyorlar. Bizde biraz uzanarak dinlendik ve karnımızı doyurduk.
Ardından yolumuza devam ederek sonraki durağımız olan Concorde meydanına geldik. Concorde meydanı şanzelize caddesinin hemen başında yer alıyor ve Fransa’nın en büyük ikinci meydanı. Ortasında bir adet mısır obeliski olup etraflarında su fıskiyeleri bulunuyor. Tasarımı ile oldukça güzel olan bu fışkiye ve obeliski arkamıza alarak fotoğraf çekmeyi ihmal etmedik. Bu arada Eyfel kulesi neredeyse Paris’in her yerinden görünüyor. İlerledikçe daha fazla görmeye başladık.
Sonra şanzelize caddesine vardık. 2 km uzunluğunda ve 70 metre genişliğindeki İki tarafı dükkanlar ile kaplı olan bu cadde biraz fazla abartılmış sanırım. Dükkan kiralarının çok pahalı olması dışında bir albenisi yok. Normal cadde. Neyse içimizde kalmasın diyerek bir cafeye oturduk. Bu arada cafe ve mekanlar ile ilgili bir parantez açmak istiyorum. Paris’te cafeye girip boş gördüğünüz masaya oturamıyorsunuz. Kapıda beklemeniz gerekiyor ve bir garson gelerek sizi alıp masanıza kadar eşlik ediyor. Cafe tamamen boş olsa bile beklemeniz gerekiyor. Bizde bekledik bir garson gelip bizi masaya götürdü. Siparişimizin alınması için epey bi süre bekledik. Başka bir garson gelerek bizi kimin aldığını buraya nasıl oturduğumuzu sordu kibarca. Bizde parmak ile gösterdik işte bu diye 🙂 iki dondurma siparişi verdik ve yine uzun bir süre bekledik. Dondurmalarımızı bitirip kalktık ve 17€ ödedik. ( türkiyede olsak asla vermeyeceğimiz bir miktar) şanzelize caddesinde yürümeye devam ettik. Her milletten çok çeşitli insanı görüyorsunuz bu caddede.
Parisin tam ortasında olan ve tüm yolların kesiştiği kavşağa zafer takı’na (Arc de Trimophe) geldik. Bir süre üzerine nasıl çıkabileceğimize baktık, caddeden geçecektik ki alt geçidi gördük. Alt geçide girince çok uzun bir kuyruk gördük. Zafer takı’nın en üstüne çıkmak 10€ idi. Artık yorgunluk belirtileri göstermeye başladığı için üstüne çıkmamaya karar verdik. Alt geçitten geçip altına çıktık. Burada şehit olan askerlerin isimlerini duvarlara yazmışlar ve ortaya hiç sönmeyen bir ateş yakmışlar. Bir süre inceleyip yolumuza devam ettik. Sonraki durağımız eyfel kulesiydi ve saat 15:00 civarı olmuştu.
Zafer takı’ndan eyfele doğru yürümeye başladık. Ara sokaklarda yürüdük epey. Ara sokaktan eyfelin fotoğrafını çekmeyi umuyorum ama istediğim pozu yakalayamadım. Ara sokaklarda güzel pozlar çektim ama. Sonunda dün geldiğimiz ve 5 dk durduğumuz Trocadero meydanına geldik. Eyfel burasının tam karşısında ve oldukça güzel görünüyor. Yine bire fotoğraf resitali yaparak eyfele çıkmak için yola koyulduk.
Tur eyfelin 2.katına çıkarıyordu bizim hedefimiz ise 3. Kata çıkmaktı. Bir çok yazıda 3. Kata gerek yok 2. Kattan da her yer tepeden görünüyor yazmışlar fakat o kadar gelmişken 3. Kata çıkmamak olmazdı. Eğer o kadar yoldan geldiyseniz sizde 3.kata çıkın. Pariste ki patlamalar nedeniyle oldukça sıkı güvenlik önlemi vardı. Yaklaşık yarım saatlik bir beklemenin ardından güvenlik noktasına geldik. Xraydan geçerek eyfelin altına vardık. Yerden bile oldukça heybeli görünüyordu. Hemen bilet sırasına girdik. Eyfele asansör ile veya yürüyerek çıkabiliyorsunuz. O kadar merdiveni çıkmayı gözünüz alıyorsa daha ucuza çıkabilirsiniz. Biz asansörü tercih ettik.
Yaklaşık 45 dk bu sırada bekledik. Yazın parise geliyorsanız sıra beklemeye alışıyorsunuz. 2.Kat 11 euro 3.kat ise 17 euro idi. 3.kata bilet alarak asansör kuyruğuna girdik. Asansörden önce tekrar güvenlik noktası ve xraydan geçtik.
Eyfelde 3 kat bulunuyor. İlk binilen asansör önce 1. Katta duruyor ardından 2. Kata çıkıyor ve burada iniyorsunuz. Bizde inip vakit kaybetmeden 3.katın asansörüne binelim dedik ama uzun bir kuyruk vardı. Kuyrukta beklerken ikinci kattan tüm parisi izlemiş olduk. Yaklaşık yarım saat sonra asansöre bindik ve 3.kata çıkmaya başladık. Yükseklik korkunuz var ise asansörde aşağıya veya dışarıya bakmamanızı öneririm. 3.kata çıkarken çektiğim videoya alt kısımdan ulaşabilirsiniz.
Eyfel Paris’teki en yüksek yapı. 3.kata çıktığınızda tüm paris ayaklarınızın altında oluyor. Manzara 2.kattan çok daha güzel bence. O kadar gelmişken çıkılmasını öneririm. Uzun bir süre etrafı izledik, Paris şehrinin bina yapısını analiz ettik. Tüm binalar aynı boyda ve yapılaşma gerçekten muazzam. Bizim gibi gökdelen dikmemişler her yere. Şehrin tarihi dokusunu korumayı başarmışlar. 3.katta bir üst kat daha var, merdiven ile buraya çıktık. Burasının üzeri açık ve etrafı tel ile çevrili. Sanırım daha önce atlamaya çalışanlar olduğu için böyle bir önlem almışlar. Asansörün durduğu kat ise etrafı camla kapalı ve ısıtmalı. Soğuk havalarda rüzgarın etkisi ile burada durulmaz diye düşünüyordum ama böyle camlı bir çözüm bulmuşlar.
Ardından iniş yolculuğuna başladık, çıkmak kadar uzun sürmedi, nerdeyse hiç sıra beklemeden indik. Eyfelin altındaki yeşil alana oturarak karnımızı doyurduk ve eyfeli birazda alttan seyrettik.
Louvre müzesinden buraya yürüyerek gelmiştik, yaklaşık 8 km yürümüş olduk. Sonraki durak montmartre ressamlar tepesi olup Eyfel’e yürüme mesafesinde değildi. Metro ile gitmemiz gerekiyordu. Metroyu artık çözdüğüm için hiç sorun olmadı. Google maps’ten en yakın metro istasyonuna baktım Champ de Mars-Tour Eiffel istasyonuydu. Yürüyerek bu istasyona geldik ve Android Metro uygulamasına Anvers istasyonunu girdim, Bulduğumuz istasyon adını girdim ve bir aktarma ile hiç bir sorun yaşamadan ulaştık. Metrodan indiğimizde gözlerimiz tabelaları aradı hemen ve sacre cour tabelasını gördük. Ok işaretlerini takip ederek finikülerin önüne geldik.
Aldığımız metro biletlerinin burada da geçerli olacağını umarak finiküler bekledik fakat burada geçerli değilmiş. Tekrar bilet almak yerine merdiven tırmanmayı tercih ettik. Oldukça fazla merdiven varmış, bir kaç kez mola vererek Sacre cour bazilikasının önüne geldik. Burada merdivenlere oturan yüzlerce kişi vardı. Bizde bir süre oturak dinlendik ve tepeden Paris’i farklı bir açı ile tekrar izledik. Sacre cour un içine girerek bir tur attık ve ressamlar sokağına doğru yol aldık. Yolda bir çok hediye eşya satan dükkan gördük ve neredeyse hepsine girdik. Rehber buralardan çok ucuza hediyelik alabileceğimizi söylemişti fakat güzel birşey bulamadık. Küçük eyfel anahtarlıkları pahalıydı hatta. En ucuz anahtarlıklar eyfel çevresindeki seyyar satıcılarda bulunuyor. Almayı düşünüyorsanız bunlardan alın.
Ressamlar tepesine vardığımızda hava hafiften kararmaya başlıyordu. Burada onlarca ressamın turistlerin kara kalem, karikatür veya renkli resim yapıtlarını gördük. Bazılarını bir süre izledik. İzlemesi bile keyifliydi. Karanlık olmaya başladığı için ressamlar toplanmaya başlamışlardı. Bir dondurma molası vererek sonraki durağımıza ilerledik.
Artık yorgunluktan ayaklarımız sos vermeye başlamıştı. Bidaha ne zaman gelicez diyerek yolumuza devam ettik. 20 dk lık yürüyüşün ardından en ünlü pavyonlardan biri olan Moulin Rouge a geldik. Hava karardığı için dışarıdan çok renkli görünüyordu. Fotoğraf çekmek için alttan hava gelen bir platform bile yapmışlar. Fotoğraflarımızı çektik.
Otele dönmeyi düşünürken hazır karanlık olmuş deyip paris by night yapmaya ve eyfeli gece görmeye karar verdik. Yine uygulamaya bulunduğumuz en yakın metro istasyonunu ve eyfeli uzaktan göreceğimiz istasyonu girerek bir aktarma ile eyfeli uzaktan gören Trocadero meydanının dibindeki Trocadero metro istasyonuna geldik. Artık metroyu çözdüğüm için kendimle övünüyordum. Nokta atışı her yere gidebiliyorduk.
Gece eyfele çıkma düşüncemiz vardı ama saat 11 e geliyordu ve metronun 12.00 da kapanması bizi bu düşünceden vazgeçirdi.
Gece eyfelin ışıklandırması muhteşem görünüyordu. Saat başı ekstra ışık şovu yapılıyordu fakat biz 11 deki şovu kaçırmıştık. Biraz fotoğraf çekip eyfeli izleyip otele dönme vakti diyerek dönüş yoluna başladık.
Asıl metro maceramız bundan sonra başladı. Uygulamaya bulunduğumuz istasyonu (Trocadero istasyonu) ve otele yakın olan istasyonu (Rosny Bois Pierre) girdim. İki aktarma ile otele varacaktık. Ortadaki aktarma RERA idi. M7’den inip RERA’ya bineceğimiz durağa gitmeye çalıştığımızda durağın tadilatta olduğu yazıyordu. RERA ya binmek için sağ ve sol olmak üzere iki durak öneriyordu. İlk gözüme takılanı seçtik ve otelimizin tam tersi yönde 10 durak gittik. Burada RERA ya binicez derken bu istasyonunda tadilatta olduğunu görünce şok olduk. Uygulama bize sürekli RERA olan güzergahI veriyordu. Bir köşede durup güzergah çizmeye çalışıyorken artık ne kadar çaresiz görünüyorsak birinin bize baktığını farkettim. Bende ona bakınca yanımıza geldi ve Türk olduğunu söyledi. Durumu anlattım, RERA nın tüm paris’te kapatıldığını ve herkesin bu nedenle çok mağdur olduğunu söyledi. Benim jeton burada düşmüş oldu. Büyük metro haritasına bakarak arkadaş bir kaç güzergah çizdi bize. Saatin 23.35 olduğunu ve otele varan metroya yetişemeyeceğimizi söyledi. Kaldığımız yerde taksiye bineriz dediğimde arkadaş çok şaşırdı ve taksiler için kart olduğunu kartımız yok ise gece tarifesi ile çok çok yüksek bir para alacağını söyledi. Biz iyice panik olduk ve bir an önce M7 metrosuna bindik.
Güzergahımız M7 ile son durağa gidip oradan RERC ile otele varmaktı. Metroda giderken sürekli nasıl yapacağımızı düşünüyorduk. M7’nin son durağına gittiğimizde saat 00.30 olacak ve RERC çalışmayacaktı. Eşim sabah geldiğimiz güzergahtan dönelim şeklinde bir öneri sondu. Opera istasyonunda inip 00.00 olmadan Hausman istasyonuna üstten gidip RERE ye binerek otele gidecektik. Çok mantıklı geldiği için hemen opera istasyonunda indik. Üste çıkıp koşa koşa diğer istasyona gittik ve saat 23.55 olmuştu. Rahat bir nefes alıp oturup metro beklemeye başladık. 3 tane ardı ardına M4 geçti RERE gelmiyordu. İsternetten baktığımda son metronun 00:30’da olduğunu gördüm ve biraz daha rahatlamıştım. İstasyonda karşı duvarda ise Trinite istasyonu yazıyor, bizim ise hausman da olmanız gerekli. Eşim yanlış istasyona geldik galiba diyor sürekli ama ben kabul etmiyorum yanlış olduğunu. O anda kafa başka çalışıyor demek ki 🙂 Bir ara kafamı kaldırıp üstümüzdeki tabelaya baktım Trinite istasyonu. Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Sabah metrodan yer yüzüne çıkmaya çalışırken alttan farklı istasyona gelmişiz o yüzden çıktığım istasyona girince bulduğumu zannettim. Bunu anladığımızda saat 00.20 olmuştu son metroya 10 dk var. Hemen diğer istasyona koşmaya başladık. Eşimin yorgunluktan nefesi kesildi ve kaldı öylece. Sırtıma alıp koşmayı düşündüm o an ama yapamadım. Elinden tutup çektim bi süre arkasına geçip ittirdim istasyona kadar. İstasyona varınca tabelaları takip ederek RERE nin kalkacağı durağa 3 kat indik. Burada sağda ve solda biter tren vardı ikisinin önündeki tabelada otelin önündeki istasyon yazmıyordu. O çaresizlik ile yolda gördüğüm herkese sormaya basladım. Kimse birşey bilmiyordu, tren makinistini gördüm, Rosny Bois Pierre istasyonuna gider mi diye sordum gitmez deyip kabine girdi hemen. Oturup bir sonraki metroyu beklemeye başladık. Bir zenci gördüm ve yolunu keserek ona da sordum. Trenin önündeki tabelayı gösterdi ve Rosny Bois Pierre istasyonunun bir önceki istasyonu olan Noisy-le-Sec istasyonundan farklı yöne ayrıldığını gösterdi. Teşekkür ettim ve tabela önünde uygulamaya bakmaya başladım. Tabelaya göre 2 dk sonra başka tren gelecekti ve gelen tren bizim istasyona gidiyordu. Bu arada az önceki zenci arkadaş trenin kapısından bize bakıyordu şaşkın şaşkın. Bende ona bakınca göz göze geldik ve neden binmiyorsunuz hadi binin bu trene dedi. Meğersem bu son trenmiş ve başka tren yokmuş, 2 dk içinde bu tren hareket ediyormuş. Çok teşekkür ederek hemen bindik trene ve 1 dk içinde hareket etti. Bir önceki istasyonda inip otele kadar yürüyecektik artık. İki istasyon arası ne kadar olabilir ki? Durağa geldik ve indik. İstasyondan çıkınca görevliler kepenkleri indirip istasyonu kapattı. Gerçekten son trene binmişiz. Telefondan navigasyonu açtım ve oteli girdiğimde 3.5 km uzakta olduğunu gördüm. Yapacak bir şey yoktu. Paris’in banliyö mahallesinde gecenin 1.30 unda eşim ile 3.5 km yürüyecektik. Ana yoldan çok ayrılmadan elele romantik bir paris gecesini iliklerimize kadar yaşadık. Yaklaşık 50 dk yürüdük, yolda köşelerde zenci insanlar gördükçe korkudan bi hal olduk. Neredeyse eşimle hiç konuşmadan otele vardık. 2.20 gibi otele girdiğimizde resepsiyondaki görevli de şaşkın bir şekilde bize bakıyordu. Kahvaltı saatini öğrendik. Odaya girdiğimizde bugün için 45 bin adım attığımızı gördüm. Yaklaşık 35 km yürümüş olduk. Kendimizi yatağa öyle bir attık ki sormayın 🙂
Benelüx tur yazılarına daha kolay ulaşabilmeniz için aşağıdaki sayfalamayı oluşturdum. İstediğiniz kısma aşağıdaki yazıların üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Benelüx Turu 1. Gün – İstanbul – Lüksemburg – Paris
Benelüx Turu 2. Gün – Paris (Şu an Buradasınız)
Benelüx Turu 4. Gün – Paris – Brugge – Brüksel
Benelüx Turu 5. Gün – Amsterdam
Benelüx Turu 6. Gün – Marken & Volendam – Rotterdam
Benelüx Turu 7. Gün – Köln – Lüksemburg
Benelüx Turu 8. Gün – Lüksemburg – İstanbul (7. güne dahil ettim)
Kaynak: ilhan.biz