Sabah uyanıp kahvaltının ardından otobüse binerek Amsterdam’a doğru yola çıktık. Hollanda’yı her tarafı yeşil, her yerde inek çiftlikleri, peynir çiftlikleri olan bir yer hayal etmiştik. Doğrudan Amsterdam’a gittiğimiz için modern bir şehir gördük. Öyle hayalimdeki gibi köy ortamı görmedik. ( niye böyle hayal ettiğimi de bilmiyorum 🙂 )
Otobüsten indiğimizde karşımızda meşhur ” i am amsterdam ” yazısı vardı. Rijkmuseum’un önünde bulunan yazı çok büyük ilgi görüyordu. Tahmin ettiğimiz gibi çok kalabalıktı. Yazının harflerinin üzerine çıktık, önünde arkasında epey dolaştık, bol bol fotoğraf çektik. Yazının hemen önündeki kocaman yeşil alanda çimlere uzanarak biraz dinlendik. Arkamıza Van Gough müzesini alarak bir kaç fotoğraf daha çektik.
Sonrasında otobüse binerek merkeze Amsterdam central tren istasyonunun önünde indik.
Amsterdam için bir parantez açayım. Amsterdam da venedik ve bruge gibi kanallardan oluşuyor. Denize doğru dolgu yapılarak amsterdam şehrinin büyümesi sağlanmış ve hala deniz doldurmaya devam ediliyor. Burada ulaşım için bisiklet bir numaralı tercih. Amsterdam nüfusunun 3 katı bisiklet olduğu söyleniyor. Bisikletler için özel yollar yapılmış ve arabalardan fazla haklara sahipler. Hatta o yola yanlışlıkla girerseniz yola bir daha girmeyin diye size bilerek çarpıyorlar. Bir kaç kez çarpılınca bir daha yola girmiyorsunuz. Bu kadar fazla bisiklet olduğu için hırsızlık hat safhada. Nerdeyse her bisiklette 3-4 tane kilit var.
Amsterdam’ın en fazla turist çekme sebeplerinden iki tanesi ise uyuşturucunun ve paralı sex’in serbest olması. Serbest derken sadece uyuşturucu kullanmak serbest, satmak kesinlikle yasak. Uyuşturucu devlet kontrolündeki dükkanlarda yasal olarak satılıyor. İsterseniz sigara olarak, isterseniz kek olarak, isterseniz ot olarak alabiliyorsunuz. Fiyatları alacağınız ürüne göre değişiyor. Uyuşturucu ve Sex ticareti ise Red light district denilen bir bölgeye toplanmış. Burasını bir sokak gibi değil de bir mahalle gibi düşünün. Her köşede bir uyuşturucu dükkanı, her sokakta bir sex shop ve nerdeyse her binanın altında camların arkasında müşteri bekleyen hayat kadınları. Herşey yasal olduğu için sanılanın aksine herhangi bir olay bir taşkınlık olmuyor. Kimse sizi rahatsız etmiyor, kimse sarkıntılık yapmıyor. Herkes kendi halinde geziyor. Ayrıca bu bölgede dünyanın hiç bir yerinde olmayan canlı sex şovları yapılıyor. Yaklaşık 80€ ücret ödeyerek bu şovları izleyebiliyorsunuz.
Amsterdam ile ilgili kısa bilgilendirmeden sonra gezimize devam edelim. Otobüs ile şehir merkezine yaklaşırken evlerin mimarisi dikkatimizi çekti. Evler ince, yüksek ve çatıları öne doğru eğimliydi. Bunun sebebi amsterdam da bina vergisi evlerin giriş büyüklüğüne göre alınırmış. Bu nedenle bina girişlerini dar yapıp çatıya askı sistemi yaparak eşyaları üst kata çekerlermiş. Yani bu mimarilerin ana sebebi tamamen duygusal.
Amsterdam central tren istasyonunda otobüsten indik ve rehber eşliğinde yürümeye başladık. Rehber bize kısa bilgiler vererek serbest bıraktı. Tekrar buluşma saatine kadar yaklaşık 4 saatimiz vardı. Yine patates kızartması alarak karnımızı doyurduk. Amsterdam kraliyet sarayının önüne gelerek meydanda biraz zaman geçirdik. Kraliyet sarayının hemen sağında Madame Tussaunds bal mumu müzesi vardı. Çok merak ettiğimiz için müzeye girmeye karar verdik ve sıraya girdik. Yaklaşık yarım saatte içeri girdik. Biletler kişi başı 21€ idi. Müzeye asansör ile çıkıyorsunuz ve olayı tamamiyle şova dönüştürmüşler. Her bal mumu heykelinin yanına bişeyler koyarak sizinde olaya katılabileceğiz eğlenceli aktiviteler hazırlamışlar. Burada epey eğlendik.
Müzeden çıkarak iç bölgelere doğru yürümeye başladık. Nerdeyse her caddede bir kanal vardı. Bu kanallarda turlara katılabiliyorsunuz. Tur paketimizde amsterdam tekne turu 35€ idi. Bu kanallarda ise tur fiyatlarının 10€ olduğunu gördük. Aynı tekne turunu çok daha fahiş fiyata bizim turlar satıyordu. Bunu alanlar bu fiyatları görünce oldukça üzüldüler. Ben araştırmamı yaptığım için tekne turunu almamıştım. Tekne turu yapacak vaktimizde olmadı ayrıca. Kanal kenarında yürüyerek küçük köprülerden geçerek (bisikletlerin çarpması ile) red light bölgesine kadar geldik. Hava henüz aydınlık olduğu için kalabalık değildi. Eşime bir kez daha buraya girmek isteyip istemediğini sordum. Nasıl bir yer olduğunu daha önce anlatmıştım ve rehber de anlattı. Eşim girelim dedi fakat bu girelim demesi meğer girmeyelim demekmiş 🙂 Her sokakta sağlı sollu camlı vitrin şeklinde pencereler vardı. Bir çoğu kapalı olsa da bazıları açıktı ve hayat kadınları iç çamaşırları ile dans ederek müşteri çekmeye çalışıyordu. Bölgenin nasıl bir yer olduğunu anlamaya çalışıyor sokaklarda geziyorduk. Bu sırada eşim hiç konuşmuyordu. Birşeylerin ters gittiğini anladım ama hadi hayırlısı dedim. Yukarıda dediğim gibi meğer girmek istemiyormuş benim bakmamı kıskanmış bu yüzden trip yedim.
Bölgeden çıkarken aklımızda olan keki almaya karar verdik. Daha önce bir çok kez okuduğum en kaliteli en meşhur cafe olan the bulldog cafeye girdik. Red light bölgesinde keskin bir uyuşturucu kokusu vardı. Bu cafede bu koku biraz şiddetliydi. Tanesi 7€ olan iki tane kek aldım. Kek ile birlikte bilgilendirme ve uyarı kağıdı da verdiler. Bir kanal kenarına oturduk. Uyarıları okuduk, ilaç ile yemeyin, alkol ile tüketmeyin gibi uyarılar vardı. Kek aynı browni ye benziyordu. Hem görüntü olarak hem tad olarak bir fark yoktu diyebiliriz. Uyarı kağıdında ayrıca kek içerisinde 0.2 gr marihuanna olduğu yazıyordu. Nasıl birşey olduğunu merak ederek kutuları açtık ve yemeye başladık.
Bu sırada yanımızda bir japon bize bakıyordu. Eşime birşeyler söyledi. Sokaktaki uyuşturucu satıcısı olacağını düşünerek kaale almadım hiç ama hala birşeyler söylüyordu. Dinledik sonunda ve tüm keki bir seferde yiyip yemediğimizi soruyormuş. Bende küçücük kek zaten bişey olmaz deyip yedik dedim. Biraz güldü ve dün onunda tüm keki tek seferde yediğini ve akşam kötü olduğunu söyledi ve dikkat edin dedi. Küçücük bir browni kadar kek zaten ve 0.2 gr marihuanna var ne olabilirki dedim. Bu sırada eşim trip atmaya devam ediyordu. Gezerek dükkanları dolaşarak ve hediyelik birşeyler alarak buluşma noktamız olan central tren istasyonuna gittik, tur ile buluşarak otele vardık.
Otel amsterdam havalimanının yanındaydı neredeyse. 4 yıldızlı bir oteldi ve tur boyunca kaldığımız en iyi otel burasıydı. Eşim valizler ile lobide beklerken ben oda kartımızı aldım. Bu sırada yediğimiz kek eşimi etkilemiş ama ben anlamadım hala trip attığını düşünüyordum. Odaya çıktığımızda saat 8 civarıydı, tekrar çıkıp merkeze gidip Amsterdam by night yaparmıyız diye düşünüyordum ama Red Light nedeniyle eşimin gelmeyeceğini düşünüyordum. Düşündüğüm gibi oldu eşim hemen yatağa yattı. Ben hala trip attığını sanıyorum, meğer kek etkilemiş hafif çakırkeyif olmuş. Yattığı gibi uyudu zaten. Bende telefondan yarını planlarım diye düşünüyordum biraz uzandım. Camdan dışarıdaki bulutlara bakıyordum. Bulutlar giderek daha hızlı hareket etmeye başlayıp kendi etraflarında dönüyorlardı. Kek benide etkilemeye başlamıştı. Bişey olmaz derken 8 de uyuyakaldım, normalde 12 den aşağı uyumam. Televizyon açık, lambalar açık, telefonları şarja takmamış, yarın telefonlar kapanacak biliyorum ama gözlerimi açamıyorum bir türlü. Yataktan kalkıp hepsini yapana kadar gece 12 oldu. Sürekli uyudum uyandım. Gece 12 de eşim kalktı ve benide uyandırdı. Telefonları şarja takıp üzerimi değiştirip tekrar uyudum ama bu sırada neredeyse ayakta duramıyordum. Kek düşündüğümden daha etkiliymiş, böyle olacağımı tahmin etmemiştim. Şu an düşünüyorum tekrar gidersem tekrar kek alırım 🙂
Benelüx tur yazılarına daha kolay ulaşabilmeniz için aşağıdaki sayfalamayı oluşturdum. İstediğiniz kısma aşağıdaki yazıların üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Benelüx Turu 1. Gün – İstanbul – Lüksemburg – Paris
Benelüx Turu 4. Gün – Paris – Brugge – Brüksel
Benelüx Turu 5. Gün – Amsterdam (Şu an Buradasınız)
Benelüx Turu 6. Gün – Marken & Volendam – Rotterdam
Benelüx Turu 7. Gün – Köln – Lüksemburg
Benelüx Turu 8. Gün – Lüksemburg – İstanbul (7. güne dahil ettim)
Kaynak: ilhan.biz